HALİM METE
Bizim Temel, Almanya’da çalışmaktadır.
O dönem yurtdışında çalışan herkes gibi, tatil için Türkiye’ye gelmeden önce kendine yeni bir araba satın alır.
İstanbul’da Temel’i akrabaları karşılar. Bizimki hemen arabasını gösterir önüne gelene.
“Görüyi misunuz, ne güzel araba! Hem de çok hizlı gideyi. Siz Rize’ye kaç saatte gideyisinuz?”
“On altı saatte,” diye karşılık verir akrabaları.
Temel caka satmaya devam eder. “Ben bu arabalan sekiz saatte gideyrum.”
Akrabalar şaşırır tabii. Karşı çıkarlar Temel’e. “Olur mi oyle şey, Temel!”
Ama bizimki ısrarcıdır. Herkese kanıtlayacaktır arabasının ne kadar hızlı olduğunu. “Görürsünüz siz! Ben yola çikarken siz saatunuza bakun!..”
Temel ertesi sabah yola çıkar. Herkes zaman tutar, bakalım Temel iddiayı kazanacak mı diye. Saatler geçer ve Temel memleketine ulaşır. Tüm akrabalar şaşkınlık içindedir. Temel gerçekten de sekiz saatte ulaşmıştır Rize’deki köyüne.
Temel memlekette birkaç gün kalır ve artık İstanbul’a dönüş zamanı gelir.
Akrabalar yine saatlerini kontrol ederler bizimki yola çıkarken. Ama bu sefer sekiz saat geçer, on saat geçer, bir gün geçer, iki gün geçer… Temel ancak üçüncü gün varır İstanbul’a
Akrabalar yine şaşkındır. Sorarlar Temel’e neden geciktiğini.
“Ula, Temel, ne oldi, gideyiken sekiz saatte gittun da gelurken niçun üç günde vardın İstanbul’a? Arıza mı yaptı araban, benzinin mi bittu?
Temel cevap verir:
“Yok uşaklar, ne ariza etmesi! Gideyiken beş vitesim var idi, dönüşte bir vites bulabildum da!”