FARUK ÇAMTEPE
Türkiye denizcilik sektöründe uluslararası işlere imza atan pek çok başarılı firma dikkat çekiyor son dönemde. Gerek tersaneler gerek yan sanayi üreticileri gerekse çeşitli alanlarda mühendislik çözümleri sunan firmalar dünya ölçeğinde işlere imza atıyor ve her biri Türkiye’nin dünya denizciliğinden hak ettiği payı alması yolunda önemli çalışmalar yapıyor.
Bundan on dokuz yıl önce kurulan Artı Mühendislik de o firmalardan biri. Yolculuğunu Gökhan Ulusoy ve Serdar Yaraş liderliğinde sürdüren firma, gemi tasarımıyla başlayan ve 2016’dan bu yana mühendislik çözümlerini içeren retrofit faaliyetleriyle genişleyen bir alanda hizmet veriyor.
Firmanın son dönemde özellikle üzerinde durduğu projelerse genellikle ballast water treatment ve scrubber sistemleriyle ilgili. Artı Mühendislik bu alanda o kadar başarılı olmuş ki, hemen hemen her kıtada çalışma imkânı yakalamışlar. Gitmedikleri bir tek Avustralya kalmış ama başarılarına bir yenisini daha eklemek üzere orada gerçekleştirecekleri bir proje için görüşme hâlindeler. Tabii dünyanın dört bir yanında çalışma olanağı yakalayınca, Gökhan Ulusoy ile Serdar Yaraş’ın başından birbirinden enteresan olaylar da geçmiş bu iş yoğunluğu içinde. Nedendir bilinmez, bu hikâyelerle genellikle Güney Amerika ülkelerinde karşılaşmışlar. Serdar Yaraş, bunun sebebini, diğer ülkelerde Türkiye’de alışık olunan prosedürlere daha yakın bir işleyişin hâkim olmasına bağlıyor. Güney Amerika’da ise anlaşılan işler biraz farklı yürüyor.
Kolombiya’da başlarından geçen bir olay, ikiliyi oldukça zor bir durumda bırakmış örneğin. Bir ballast water treatment projesi için tarama hizmeti vermek üzere bulunuyorlarmış bu ülkede. Başta her şey normal ilerliyormuş, Gökhan Ulusoy ile Serdar Yaraş, gayet şık bir acente botuyla çıkmış gemiye. Zaman geçmiş, işlerini bitirmişler, dönme vakti gelmiş. Aynı şık tekneyle karaya çıkacaklarını düşünüyorlarmış elbette. Ama beklenmedik bir gelişme, planların değişmesine neden olmuş. Hikâyenin geri kalanını Serdar Yaraş’tan alalım:
“Gemiden çıkarken, ‘Sizi ofisimize götürmek, ofisimizi göstermek istiyoruz’ dediler. ‘İyi’ dedik, ‘Tamam öyle olsun.’ Fakat bahsettikleri ofisin acente botunun yanaşabileceği özellikte bir iskelesi olmadığından haberdar değildik. Aynı botla çıktık yola, sonra denizin ortasında bir yerlerde durduk. Baktık, acente botunun yanına bir kayık yanaşıyor. Şaşırdık tabii. ‘Ne oluyor?’ diye sorunca, ‘Bundan sonrasını botla devam etmeyeceğiz’ dediler. Dört kişi ve tabii elimizdeki cihazlarla üç metrelik tekneye bindik: bir kürekçi, enspektör, Gökhan ve ben. Kayıkta motor bile yok. Elimizde ıslanmaması gereken elektronik cihazlar var. Endişelendik elbette. Biz, ne olacak acaba, başka bir tekne daha mı bekliyoruz derken, adamlar ‘Bununla gideceğiz’ dedi. Birisi teknenin iskele tarafına oturuyor, tekne iskeleye meylediyor; birisi sancağa adım atıyor tekne o tarafa meylediyor… Bizi aşağı yukarı 100-150 metre açıktan sahile kadar kürek çeke çeke götürdüler. Kumsala baştan kara yaptık. Elimizdeki eşyalarla, ancak kumsala atlayarak inebildik tekneden. Neyse ki cihazlarımız zarar görmedi.”
Kolombiya’da, ellerinde son teknoloji ürünü cihazlarla, motoru bile olmayan bir kayıkla okyanusta seyahat… Kimi zaman, yaptığınız işler teknolojiyle ne kadar bağlantılı olursa olsun, iptidai koşullardan sıyrılmak mümkün olmuyor anlaşılan. Serdar Yaraş ile Gökhan Ulusoy’un başlarından geçen ilginç olaylar bununla da sınırlı değil. İşte başka bir hikâye… Mekân yine Güney Amerika ama bu kez Guyana’nın başkenti Georgetown. Bu anıyı da Gökhan Ulusoy’un ifadeleriyle aktaralım:
“Buna çok benzer bir anıyı da Guyana’da yaşadık. Gemi, Amazon’un kollarından biri olan Demerara River’da, Georgetown kentindeydi. Orada da gemiye çok iptidai bir botla çıktık. Ahşap, kıçtan takma motoru olan bir kayıkla gemiye gittik. Biz yukarı çıktıktan sonra gemi hareket edip limana girdi, orada bağlandı. Biz tabii bu arada faaliyetlerimizi sürdürdük. İşimizi bitirip inerken, geminin aslında limana değil de çok ilkel, iptidai, iskeleye benzer ahşap bir yere bağlandığı fark ettik. Gemiyle iskele arasına bir kalas koymuşlardı. Elimizde cihazlarla kalaslardan geçerek iskeleye çıkmak zorunda kaldık. Enteresan olan konu şuydu, geminin enspektörünün yükseklik ve suya düşme korkusu varmış. Bizim için de çok zor ve ürkütücüydü kalastan geçmek ama adamın böyle bir korkusu olunca, o kalasın üstünden geçip karşıya geçene kadar daha da zorlandık. Kendimizi ve elimizdeki cihazları korumaya çalışırken bir de enspektörle uğraşmak zorunda kalmıştık. Durumu daha da korkutucu hâle getirense nehrin kendisiydi; su çamurlu olduğu için, içinde ne var, hiçbir şekilde göremiyorduk. Üç metre yükseklikten; düşersek taşa mı çarpacağız, neyle karşılaşacağız bilmeden geçtik karşıya. Bir de tabii söz konusu nehir Amazon’un bir kolu… Suda timsah gibi vahşi hayvanların olma ihtimalini bile aklımızdan geçirmiştik.”
Amazon Nehri’nin kollarından birinde, üç metre yüksekte, yalnızca ince bir kalasa güvenerek yürümek heyecan verici olsa gerek. Görünen o ki, dünyanın farklı bölgelerinde iş yapma olanağı, insanın birçok ekstrem deneyim yaşamasını sağlıyor. Her ne kadar olaylar yaşandığı anda korkutucu gelse de, zamanla hafızlarda yer eden hoş bir anı olarak geleceğe aktarılıyor. Artı Muhendisliğin, yakında Avustralya’da başlayacak bir proje için sözleşme imzalama aşamasında olduğunu belirtmiştik yazının başında. Serdar Yaraş ile Gökhan Ulusoy’un oradan da köpekbalıkları, örümcekler, kangurular ya da koalalarla ilgili bir anıyla dönemsi hiç de şaşırtıcı olmaz. Ama hiç kuşkusuz, tercihlerini koaladan yana kullanmak isteyeceklerdir.