UZM.KLN.PSK. ESRA B. SÜNGÜ
Bir önceki sayımızda İsmet Hanım örneği üzerinden sektörde kadın olma gerçeğine yoğunlaşmıştık. Bu yazımızda da o hikâyenin devamıyla karşınızdayız.
Danışanlarımı bekleme odasında kendim karşılarım, seans odasına beraber geçeriz.
O gün bekleme odasına gittiğimde İsmet Hanım sinirli bir halde beni bekliyordu. Önce durumu anlayamadım, sonra koşarcasına gelen sekreterimden ters giden bir şeyler olduğunu öğrendim. “Esra Hanım, danışanınız Ahmet Bey de geldi, İsmet Hanım da Ahmet Bey de bugün 14.00’te seansları olduğunu söylüyorlar,” dedi telaşla. Yan koltuğa baktığımda tebessüm ve merakla oturan Ahmet Bey’i gördüm. Herkes kendi döngüsünü anlık durumlarda ortaya koyar. Sekreterim her beklenmeyen durumda telaşlanırdı ve bu olay karşısında da sanki dünyanın sonu gelmiş gibi bir hali vardı. Her zaman olaylarla eğlenen ve pek inisiyatif almayı sevmeyen Ahmet Bey, durumu tamamen bana bırakmış, ne dersem onu yapacak gibi görünüyordu. İsmet Hanım’ın ise öfkelenmemesini beklemek saçma olurdu. Ben de tüm bu döngülerin dışında kalarak kimseyi duygusundan çıkarmaya çalışmadan gerçekler üzerine yoğunlaşmak ve durumu çözmek için vardım. Kısa bir konuşmanın ardından Ahmet Bey’in yanlış gün geldiği anlaşıldı ve İsmet Hanım’la seans odasına geçtik. Danışanın duygusu terapi için çok kıymetlidir, hele ki tam da o anda hissettiği bir duyguysa hemen konuşmak danışanın kendini anlaması için çok iyi bir fırsat olur. Ben de hemen İsmet Hanım’dan hissettiği duyguları anlatmasını istedim. Çok öfkelendiğinden bahsetti. Duygusunu bastırmaya çalışmış ama başarılı olamamıştı. Sekretere patladığını ama aslında bu yaptığından rahatsız olduğunu söyledi. Seanslarda birçok kez duyguyu bastırmak üzerine konuşmuştuk. İçimizde bir duygu varsa mutlaka çıkacak yer bulur, o duyguyu uygun yollarla boşaltmazsak sonuçta kendini patlatarak çıkar. Yapılması gereken, duyguyu göstermeyi engellemek değil, durumun neden bu kadar çok duygu yoğunluğu oluşturduğunu bulmaktır. Ben de öyle yaptım, İsmet Hanım’la öncelikle duygusunu bastırmasının sadece geçici bir çözüm olacağı üzerine konuştuk. Bastırdığı duygular ya anlamsız bir yerde fazla bir tepkiyle birine patlama şeklinde belirecek ya da panik atak, kaygı bozukluğu gibi psikolojik rahatsızlıklar olarak ortaya çıkacaktı.
Öfkesinin nedenleri üzerine düşünmeye başladık. Onu en çok tetikleyen, diğer danışanın bir erkek olmasıydı. “Erkekler her zaman benim hakkımı yedi,” diye konuşmaya devam etti. “Orada da sanki seans benim olmasına rağmen ona öncelik verilmiş ve ben geri gönderilmişim gibi hissettim.” Danışan seansta bir duyguya girdikçe o duygunun kanalı açılmış olur ve benzer duyguları hissettiği diğer anılar çıkar ortaya. İşte terapi tam burada işlemeye başlar.
İsmet Hanım anı kanalına girmişti. Hevesle girdiği meslekte erkeklerin içinde kendini var etmek için çok uğraşmış ve sadece öfkeli olduğunda dikkate alındığını görmüştü. Hatta makyajsız, erkeksi kıyafetlerle bağırıp çağırdığı zaman sesini daha çok dinletebiliyordu. Kendini gösterebilmek için bir kimlik edinmişti. Bu kimlik acaba ilk nerede başladı diye düşündüm ve kendisine sordum. İlk düşüncesinin aksine kendi ailesinde, babasıyla olan ilişkisinde başlamıştı. Anı kanalından gençliği ve çocukluğuyla ilgili anıları geliyordu. Babası, o hep tepki gösterdiği erkekler gibiydi; onu kadın olduğu için görmezden geliyordu. Aile içinde diğer kardeşleri ve annesi sessiz kadınlardı. Babanın dediği olur, babanın sevdiği yemekler pişirilir, herkes babayı bekler, baba eve gelince yemek yerlerdi. Ne annesinin ne ablalarının istekleri pek duyulmazdı. İsmet Hanım daha sonra iş yaşamında da böyle erkeklerle çok karşılaştığından bahsetti. Üniversite yıllarından itibaren kadınların gemi inşa alanında hep azınlık olduğunu, kendini var edebilmek için erkek gibi davranması gerektiğini düşündüğünü anlattı.
Seanslarda genellikle danışanların fotoğraflarını isterim. Daha önceki seanslarımızdan birinde beraber fotoğraflarına bakmıştık. Ergenliğe kadar süslü püslü, güler yüzlü bir kız çocuğu iken üniversiteyle beraber daha erkeksi giyinen, makyaj yapmayan, suratı asık, kaşları çatık bir kadına dönüştüğü çok açıktı. Tıpkı sırf kadın olduğu için gemi inşa mühendisi olmasına karşı çıkan babası gibi, iş hayatında da varlığını, fikirlerini kabul etmeyen birçok erkekle karşılaşmıştı. “Şimdi fark ediyorum da, sanki etrafımdakilere ve en çok da babama kendimi kabul ettirmek için bir seçim yapmış gibiyim: Erkek gibi olursam bu alanda var olabilirim!” Gerçekten de çalışma hayatında bağıran çağıran bir kadın oldukça çalışma arkadaşları onu görüyor ve dinliyordu. Babası diğer ablalarını ve annesini dinlemezken evdeki bu asi, öfkeli kızı görüyor, onun fikirlerine saygı duyuyordu. Ancak bu kimlik, üstüne öylesine yapışmıştı ki gerçek kendiliğinden uzaklaşmış ve yorulmuştu. Erkek egemen çalışma hayatında var olmanın yorgunluğuyla hayallerinden vazgeçmesini hatırladı. Gerçekten ne istiyor, neden istiyor ya da neyi istemiyor, bilemiyordu. Çünkü babasının hayalini gerçekleştirmeye o kadar odaklanmıştı ki onu gerçekleştiremeyeceğini anladığı anda her şeyden vazgeçmişti. Oysa şu anki şinden ziyade üretimin daha çok içinde olduğu zamanları gözleri ışıldayarak anlatıyordu. Hayatı boyunca hareketli bir yaşam sevdiğini, kalabalık çalışma alanlarında mutlu olduğunu anlatıyordu. Yani tersane sektöründe mutlu ve keyifliydi ancak kendini bir yönetici olarak kabul ettirmek zorunda olduğunu düşündüğü için oradan vazgeçtiğini fark ettik. Bu farkındalık onda yeni bir duygu kanalı açtı ve tersane yöneticisi olmak gibi bir isteğinin olmadığını, yıllardır babasının hayalinin altında ezildiğini, daha doğrusu babasına kendini kanıtlamak için kendinden vazgeçtiğini derin bir üzüntü duygusuyla anlattı.
Seansın başındaki öfkeden eser kalmamıştı. Babasının İsmet Hanım’dan böyle bir beklentisi yoktu. İsmet Hanım evde yok sayılma duygusunun ağırlığıyla babası gibi öfkeli ve aynı zamanda başarılı biri olma kararı almıştı. Tersanede çalışırken kendini babası gibi öfkeli olan her erkeğe kabul ettirmeye çalıştığını fark etti. Kendi isteklerinin, sorularının peşinden değil de insanları değiştirmeye çalışmanın peşinden gitmişti ve onu asıl yoran da buydu.
Dümen’in 3’üncü sayısında yayınlanan “Sektörde kadın olmak (I)” başlıklı yazının devamıdır. Bu hikayedeki tüm bilgiler, isimler hayal ürünüdür, gerçekle bağlantısı yoktur, kimseden esinlenilmemiştir.