Çanakkale ve Kurtuluş Savaşı gazisi olan dedesine karşı hissettiği gönül borcu ve onunla yarım kalmış hikâyesini tamamlama isteği… Savaş Karakaş’ın belgeselcilik serüveninin temelini oluşturan gerçek, bu kişisel arka plana dayanıyor. Çanakkale Boğazı, Marmara ve Ege’de ulaşılan toplam otuz üç batık ve gerek ulusal gerekse uluslararası düzeyde elde edilen başarılar ise tutkuya dönüşen bu yolculuğun ana durakları.
Savaş Karakaş, denizlerin derinliklerinde gizlenen tarihi zenginliklerin izlerini sürmeye devam ediyor. Kimi zaman antik çağlarda Ege’de batmış bir teknenin kalıntılarını inceliyor, kimi zaman Çanakkale Boğazı’nda dünya savaşlarından kalan gemi ve denizaltı enkazlarını keşfediyor. Onu her seferinde biraz daha derinlere çeken yolculuğun başlangıç noktası ise, dedesiyle arasındaki yarım kalmış bir hikâyeyi tamamlama dürtüsü. Karakaş, ilk belgeselinden bu yana daha çok araştırdı, bazen ölüm ile burun buruna dahi geldi ama Çanakkale Boğazı’nın altındaki gizemleri gün yüzünü çıkarmaktan ve belgesel yapmaktan vazgeçmedi. Sunucu ve belgeselci Savaş Karakaş, denizin altındaki duygu yüklü tarih yolcuğunu Dümen okurları için anlattı.
Sizi denize ve sualtına bağlayan nedir? Bu tutkunun kökü nereye dayanıyor?
Her belgeselcinin anlatmak, dünyayla paylaşmak istediği bir derdi vardır. Belgesel farklı bir kişi, olay ya da gerçekliğe ışık tutarken, belgeselcinin iç dünyasına da ayna olur. Çocukluk anılarımda yer etmiş olan dedem Hafız Hilmi Coşkun, Çanakkale Savaşları sırasında patlayan bir top mermisiyle kolundan, bacağından yaralanmış, elinden sakat kalmıştı. Bu savaş gazisinin yanmış eli küçük torunu için o zamanlar korkutucuydu. Fakat yıllar geçip özellikle dedemin hatıratını okuyup anlayacak yaşa geldiğimde, keşke o elden korkmak yerine kucağında daha çok oturup elini daha sıkı tutsaymışım dedim. Maalesef artık dedem yoktu ve benim de onun ardından yapabildiğim tek şey, onun elini sakat bırakan İngiliz ve Fransız savaş gemilerinin mezarlarına dalarak Çanakkale’nin derinliklerindeki savaş makinalarını ve top mermilerini filme almak oldu. Çanakkale Savaşı batıkları üzerine belgeseller çekmeye 1997 yılında işte böyle başladım. Tüm bu batıkları derinlerde ziyaret edebilmek ve onların sırlarına ortak olmak, çocukluğumdan beri içimde yaşattığım bir idealdi. Bana “Savaş” adını koyan Çanakkale gazisi dedem Hafız Hilmi Coşkun’a karşı bir vefa borcuydu bu.
Çanakkale ve Marmara’da bugüne kadar kaç batığa ulaşabildiniz? Keşfettiğiniz batıklarda sizi en çok ne etkiledi?
Çanakkale Boğazı, Ege ve Marmara Denizi’nde 33 batık üzerinde geniş kapsamlı araştırmalar yaptık. Bu gemilerin arşiv araştırmaları için İngiltere, Fransa ve Avustralya kayıtları incelendi. Çanakkale Boğazı ve çevresinde bugüne kadar çeşitli nedenlerden batan ve yerleri tespit edilemeyen Çanakkale Savaşı batıkları, Vehbi Koç Vakfı ve Ayhan Şahenk Vakfı ‘nın işbirliğiyle bilimsel olarak belgelendi. İncelenen 33 batık arasında Fransız yolcu gemisi Carthage, İngiliz denizaltısı E14 ve İngiliz mayın tarama gemisi Renarro da ilk defa bulunup görüntülendi. İki yıl süren araştırma neticesinde, 1915 Çanakkale Boğazı Savaşları ile Ege ve Marmara denizlerinde batan gemilerin hikâyeleri, arşiv fotoğrafları, sonar görüntüleriyle bugünkü durumlarını gösteren sualtı fotoğrafları ve video kayıtları alındı.
Türkiye’de belgeselcilik her açıdan zorlu bir iş, buna karşın çektiğiniz belgesellerle uluslararası başarılar elde ettiniz? Bu başarıyı neye bağlıyorsunuz?
Çanakkale Savaşı batıkları üzerine yaptığımız araştırmaların yurtdışı yankıları inanılmaz oldu. Özellikle savaşa katılan Avustralyalı, İngiliz ve Fransız araştırmacıların, tarihçilerin ilgi ve işbirliği teklifleri bizim de konuya daha bilimsel ve evrensel kurallar çerçevesinde yaklaşmamıza sebep oldu. Eğer siz hamaset dolu bir yaklaşım sergilerseniz ne Almanya’da Dusseldorf Boat Show’da, ne Belçika/Bruges’da UNESCO konferansında, ne de Avustralya’da Uluslararası Gelibolu Konferansı’nda size söz vermezler. Bu toplantılarda şiir okuyamazsınız; Çanakkale’yi gökten inen bulut, yerden fışkıran haşeratla anlatamazsınız; ancak evrensel bilgi ve belgeye dayalı bilimsel gerçekleri ortaya koyabilirsiniz. Belgeselci ancak gerçeğin peşinden gider ve yaratıcı bir şekilde yorumlar. Belgesel, belli konular üzerinde yapılan araştırmaların sonuçlarının estetik kaygılarla seyirciye yansıtılmasına dayanan sinema yöntemidir. Tarihi olayların ve tartışmaların tarafı olmak bir belgeselcinin yayıncılık misyonunda yer almamaktadır. Diğer taraftan, tarihi olayların taraflarının fikirlerine açık olmak ve bunları yayınlamak, başka bir deyişle çok sesliliği sağlamak belgeselcinin misyonudur.
Çanakkale Savaşları’nın 100. yılı çerçevesinde yaptığınız programlardan biriyle Avustralya’ya kadar uzandınız. Bu gelişmelerden ve oradaki izlenimlerinizden bahseder misiniz?
Avustralya dünyanın öbür ucu diyebilirsiniz, atlaslar sizi yalancı çıkarmaz. Ama dünyaya bir coğrafyacının değil, bir tarihçinin gözlükleriyle bakarsanız, Avustralya, Çanakkale’nin karşı yakasıdır. Çünkü Türkiye ve Avustralya, Çanakkale Boğazı’nın ayırdığı ve birleştirdiği iki komşu topraktır. Ve Çanakkale Savaşı, hem Türklerin hem de Avustralyalıların kalbinde asla sönmeyecek bir ateştir. Çanakkale Savaşları’nın 100. yılı çerçevesinde Avustralya’da düzenlenen Uluslararası Gelibolu Konferansı’na Türkiye’den konuşmacı olarak davet edilmem de benim için gurur verici bir gelişme oldu. Enkazı Selçuk Kolay tarafından 1998 yılında keşfedilen Avusturalya denizaltısı AE2, Marmara’da derin uykusundayken, ben de Avustralya’da ondan geriye kalan izleri sürdüm. Savaş batıkları üzerine bir sunum yaptım ve ardından Anzakların bağrında, onların en kutsal savaş anıtı olan “Shrine of Remembrance” ve J sınıfı denizaltılarını ziyaret ederek İZ TV için bir program çektim.
“Sudaki İzler” programı kapsamında oldukça riskli bölgelerde dalışlar yaptınız. Bu çekimler sırasında atlattığınız tehlikeler oldu mu?
Ülkemizde sportif dalış limiti 30 metredir. Özel kurs alınarak yapılan derin dalışlar için limitse 40 metre. Sudaki İzler’deyse çok daha derindeki batıklara dalışlar yaptık. Örneğin Çanakkale’de daldığımız Fransız nakliye gemisi Carthage, 85 metre derinlikte yatıyordu. Bu derinliğe yapılan dalışın getirdiği derinlik sarhoşluğu, oksijen zehirlenmesi ve vurgun gibi risklerden korunmak için dalış ekibimiz helyum, nitrojen ve oksijenden oluşan Trimix adlı özel bir karışımı soludu. Dalışlar süresince oluşabilecek acil durumlar için Sahil Güvenlik Çanakkale Grup Komutanlığı ve Çanakkale On Sekiz Mart Üniversitesi Tıp Fakültesi içerisindeki basınç odasıyla sürekli temasta kalındı. Hesaplanan tüm risklere ve yapılan planlamalara rağmen dalış bilgisayarımda bir problem yaşadım. Neyse ki teknik dalış süpervizörüm Erol Öztunalı, sualtı fotoğrafçımız Adnan Büyük ve sualtı kameramanımız Engin Aygün’den oluşan ekiple bu dalışı başarıyla tamamladık ve Çanakkale Savaşlarının 100. yılına damgasını vuracak büyük bir keşif gerçekleştirdik. Babakale’de, 54 metre derinlikteki Melpomeni batığında yaşanmış dalış kazalarının anatomilerini incelediğimiz belgeselde, neredeyse 3 saat sualtında kalmam ve hayatımın bir balıkçının bağladığı ipe bağlı olması benim için çok önemli bir dersti. Deko beklemelerim için yüzeyden sallandırılan tüp çözülmüş ve dibe düşmüştü. Dalış kazalarının en ciddilerinden birisinin araştırmacısı değil, neredeyse kurbanı oluyordum. Neyse ki Engin Aygün kıyıya dönüp bana tüp getirerek hayatımı kurtardı.
Özellikle Çanakkale Boğazı’ndaki araştırmalarınızda sizi en çok zorlayan nedir?
Dünyanın en önemli deniz savaşlarından birinden yadigâr kalan Çanakkale Savaşı batıkları, uluslararası araştırmacılara ve dalış turizmine açık değil. Bunun birkaç nedeni var. Çanakkale Boğazı’nın yoğun bir gemi trafiğine sahip olması nedeniyle birçok bölümünde serbest seyir ve dalış yasakları var. Bölgedeki sürekli akıntılar zaman zaman 5-6 deniz miline ulaşır ve Boğaz’da dibe inmek için üç farklı akıntıyla mücadele etmek gerekir. Birçok önemli batık 50 metreyi aşan derinliklerde bulunduğu için sportif dalış limitlerinin ötesindedir ve normal hava dalışlarıyla ulaşılmaları zordur. Stratejik konumu nedeniyle birçok batık askeri yasak sahalar kapsamındadır; dalış için bürokratik engeller de mevcut. Bütün bu faktörler hem yüzeyden yapılacak elektronik araştırmaları hem de dalışları zorlaştırır, hatta kimi zaman imkânsız hale getirir.
Savaş Karakaş’ın Belgeselleri
Derinlerdeki Tarih (1998)
Dumlupınar (2004)
Derinlerdeki Kahraman: Mustafa
Ertuğrul (2008)
Flipper’ı Kurtarmak (2010)
Hitler’in Kayıp Denizaltısı U-20
(2010-Dünya Sualtı Filmleri
Festivali-En İyi Tarihi Belgesel)
Derinlerden Yansımalar (2015)
Son Savaşçı: Midilli (2018)
Sudaki İzler (İz TV- 130 bölüm)