MERAL ER
Bundan neredeyse yüz yirmi yıl önce başlayan, kişisel bir deniz serüveninden bahsedeceğim bu yazımda sizlere. Neden “serüven” kelimesini kullandığımı ise hikâye ilerledikçe daha iyi anlayacaksınız.
1900’lerin başlarında özellikle Avrupa’nın varlıklı kesimleri için transatlantik yolculuklar çok moda olmuştu. Sanayi devriminin ileri aşamalarında hızla gelişen teknoloji, insanlığın devasa makineler ve dolayısıyla da gemiler yapmasına olanak sağlıyordu.
Avrupa’nın zenginleri, özellikle İngiltere limanlarından lüks gemilerle çıktıkları Yeni Dünya yolculuklarını anlata anlata bitiremiyorlardı. Elbette yolculukların görünen yüzüydü bu lüks seyahatler. Alt güvertelerde başka umutlar ve hayaller peşinde koşanlar vardı. Bu devasa gemilerin yolcuları yalnızca varlıklı Avrupalılarla sınırlı değildi; aynı zamanda yepyeni bir hayat peşinde Yeni Dünya’ya göç eden kitleleri de taşıyordu bu gemiler.
Transatlantiklerde yer alan bir diğer kesim ise çalışanlardı. Yüzlerce insanı misafir eden bu gemilerde ciddi sayıda çalışan da olmak zorundaydı elbette.
Yazının başında söz ettiğim serüvenin kahramanı da hayatını bu transatlantiklerde çalışarak kazanan, kamarot Violet Constance Jessop’tu.
Arjantin’de doğan Violet, İrlanda göçmeni bir ailenin üyesi olarak dünyaya gelmişti. Ne gariptir ki bir deniz serüvenine dönüşen yaşamının başlangıcında da Atlantik ötesi bir göçün izleri vardı. Violet, annesinin hayatını kaybetmesi üzerine beş kardeşinin sorumluluğunu üzerine almak zorunda kaldı. Bulduğu çıkar yol ise gemilerde kamarot olarak çalışmaktı. Ancak bir sorun vardı! O dönemlerde gemilerde kamarot olarak çalışan kadınlar ileri yaşlardaki deneyimli kişilerden seçiliyordu. Oysa Violet yalnızca 21 yaşındaydı.
Violet, işi alabilmek için görüşmeye eski kıyafetler giyerek, bakımsız ve özensiz bir şekilde gitti. Amacı olduğundan daha yaşlı görünmekti. Bunu da başardı ve işe kabul edildi.
Violet’in serüveni de işte bundan sonra başladı. Her şey iyi gidiyordu. Violet, denizde çalışmaktan, Atlantik’i kat etmekten son derece memnundu.
Ancak çalıştığı RMS Olympic adlı geminin 1911’deki seferinde olanlar oldu ve bir bakıma hikâyenin startı da verildi. Limandan hareket eden Olympic, kısa bir süre sonra bir İngiliz savaş gemisiyle çarpıştı. Aslında iki geminin yan yana geçmesi gerekiyordu ama yolunda gitmeyen bir şeyler vardı. Sonunda savaş gemisi, Olympic’te son derece ciddi iki gedik açtı. Neyse ki Olympic limandan çok fazla uzaklaşmamıştı ve hasarlı olmasına rağmen geri dönebildi. Büyük bir şans eseri gemideki hiç kimse zarar görmemişti. Violet de sağ salim kurtulanlar arasındaydı.
Ama bu, Violet’in ilk kurtuluşu olacaktı.
Kazanın yaşandığı sırada tüm dünyada çok konuşulan bir gemi inşa halindeydi: RMS Titanic. O zamana kadar yapılmış en büyük okyanus gemisi olma unvanını taşıyan Titanic, batmaz gemi olarak adlandırılıyordu. Sonunda bu devasa gemi tamamlandı ve ilk transatlantik seferi için hazırlıklar başladı. Elbette yolculara hizmet edecek kamarotların görevlendirilmesi gerekiyordu. Herkes bu yepyeni gemide çalışmak için can atsa da Violet, Olympic’te son derece mutluydu. Fakat çevresindeki arkadaşları, Titanic’te çalışmak için iş başvuru yapması konusunda onu ikna etmeyi başardı. Violet işe kabul edildi ve 1912 yılında Titanic için ilk ve son, kendisi içinse ikinci ama son olmayacak deniz kazasına doğru yola çıktı.
Batmaz diye nitelendirilen Titanic’in ömrü çok kısa olacaktı. Daha ilk seferinde bir buz dağına çarpan gemi büyük bir hızla batmaya başladı. Oysa tüm dünyaya batmayacak gemi olarak lanse edilmişti, insanlığın bu devasa başarısı. Yolcular da başta inanmadı bu akıbete, durumun ciddiyetini fark ettiklerindeyse birçoğu için çok geç olmuştu.
Çarpışmanın hemen ardından Violet, yolcuların filikalara güvenle tahliyesi için görevlendirilmişti. Bazı yolcular filikalara binmemekte direnince, onlara örnek teşkil etmesi için Violet da bindi filikanın birine. İkinci kazadan kurtuluşu da böyle oldu. Hâlâ tüm dünyanın ilgisini çekmeye devam eden tarihin en büyük deniz kazalarından birinden de sağ salim kurtulmayı başarmıştı Violet.
Ama Violet’ın deniz kazaları silsilesi bununla son bulmayacaktı.
Dört yıl sonra, 1916’da bu kez Britannic adlı gemide benzer bir kazayla karşılaşacaktı Violet. Bu kazanın mekânı ise okyanus değil, Ege Denizi olacaktı ve Violet bu seferki kazadan öyle kolay kolay kurtulamayacaktı.
Britannic, Birinci Dünya Savaşı sırasında yaralanan İngiliz askerlerini ülkelerine geri götüren bir hastane gemisi olarak hizmet veriyordu. Daha önce defalarca kat ettiği rotada ilerlerken beklenmedik bir patlamayla sarsıldı. Ya gemi bir mayına ya da bir torpido gemiye isabet etmişti. Yıllar sonra yapılan araştırmalar neticesinde bu patlamaya neden olanın bir mayın olduğu ortaya çıkacaktı. Violet, bir kader gibi karşısında duran deniz kazalarından biriyle daha karşı karşıyaydı.
Violet kendini denize atıp güçlükle bir filikaya çıkmayı başardı. Ancak henüz kurtulmuş sayılmazdı; Britannic, batarken filikayı da beraberinde denizin derinliklerine çekiyordu. Violet çareyi yeniden denize atlamakta buldu. Yoğun bir mücadelenin ardından, başını geminin omurgasına çarpıp yaralanmasına karşın başka bir filika tarafından kurtarıldı. Bu talihsiz ‒belki de talihli demek gerek‒ kamarot, başından geçen üç büyük deniz kazasından da sağ salim kurtulmayı başardı. Bütün bunlardan sonra, yalnızca Britannic kazası nedeniyle küçük bir sağlık sorunu yaşadı. Violet, kazanın ardından bir süre dayanılmaz baş ağrıları çekmişti. Sonunda doktora gitti ve Britannic kazası sırasında kafatasını çatlattığı anlaşıldı. Ancak bu da çok ciddi bir yaralanma değildi.
Evet, Violet hayatına üç büyük deniz kazası sığdıran talihsiz bir talihli (!) kamarot olarak tarihe geçti. Bu kazaların Violet dışındaki bir başka ortak yönü ise her üç geminin de White Star Line adlı şirkete ait olmasıydı. Yoksa asıl lanetli olan, dönemin transatlantik yolculuklarının ünlü şirketi White Star Line mıydı?
Bütün bu kazalardan sora insanın ne gemi ne de deniz görmek istemeyeceğini düşünebilirsiniz. Ama Viloet öyle düşünmedi; sevgiyle bağlı olduğu işine, denize ve gemilere her defasında geri döndü ve emekliliğine kadar gemilerde çalışmaya devam etti. Neyse ki başına başka kazalar gelmedi. Hatta kendinden küçük yaştaki beş kardeşinden daha da uzun yaşayıp 1971’de hayata gözlerini yumdu.