UZM.KLN.PSK. ESRA B. SÜNGÜ
Psikolog olmanın güzel yanlarından biri de hiç bilmediğiniz meslek gruplarından kişilerle, hiç bilmediğiniz ve bilemeyeceğiniz hayatlarla tanışma, hatta onların ayrıntılarını öğrenme fırsatı yakalayabilmek.
Çarkçıbaşı kelimesi ile de işte böyle tanıştım. Figen Hanım, eşi ile terapiye başvurduğunda kendisinin öğretmen olduğunu söyledi, Murat Bey ise bir çarkçıbaşıymış.
Bilmediğim şeyleri çekinmeden, kötü hissetmeden, direkt danışanıma sorarım. Çünkü terapinin kendisi iyileştirici bir süreçtir. Danışan, terapist ile kurduğu ilişkide aktarım dediğimiz yeni bir ilişkiyi deneyimler ve terapistin buradaki duruşu danışanı direkt etkiler. Genellikle yetişkinler bilmedikleri bir şey olduğunda çocuklar gibi özgürce “bilmiyorum” diyemezler, kendilerini yetersiz hissedip soramaz, sormak zorunda kaldıklarında ise zorlanırlar. Oysa terapistin özgüvenle ama pişkinliğe kaçmadan “Bu söylediğinizi bilmiyorum, bana anlatır mısınız?” diye sorması rol model oluşturur ve “bilmediğim şeylere rağmen yeterli olabilirim” duygusunun karşıya geçmesine imkân tanır.
Ben de doğal olarak, bilmediğim için çarkçıbaşının anlamını sordum. Murat Bey, “Geminin, makinalarından sorumlu mühendisiyim” dedi. Gemi makine mühendislerine eskiden verilen admış çarkçıbaşı ve çarkçıbaşılar daha çok denizde görev alıyorlarmış.
İçimden, kaptan gibi denizde seyirde olan biri ve aynı zamanda da bir mühendis diye geçirdim. Beynim sürekli uyguladığım psikoterapiden dolayı analitik düşünmeye o kadar alışkın ki, bazen önyargıya neden olma riski taşısa da elimde olmadan bağlantılı düşünmemi durduramıyorum. Murat Bey bir mühendis olduğuna göre duygusal anlamda daha mekanik olabilir; bir kaptan gibi, bir yere ait olma konusunda sorunlar yaşıyor olabilir diye düşündüm. Figen Hanım da bir öğretmen olduğuna göre muhtemelen kuralcı, otoriter biriydi. İki meslek grubu da disiplinlidir ve bu, onlara hayatlarında kolaylıklar sağlar. Gidecekleri yere zamanında giderler, ev işleri düzgündür, para konusunda ortak karar verebilirler. Peki ama çift terapisine geldiklerine göre sorunları ne olabilirdi?
Klinik gözlemlerimde edindiğim genel kanı, mühendislerin eşleriyle yaşadığı en çatışmalı konunun duygusal mekaniklik olduğu. Kaptanların ise bağlanamama; eve, eşe, aileye ait hissedememe, bu sebeple de yaşam sorumluluğunu paylaşamama gibi sorunları olabiliyor.
Öğretmenlerde de temel mesele otoriter tavırdır genellikle. Figen Hanım’dan da benzer cümleleri duyunca pek de şaşırmadım: “Eşime duygularım geçmiyor, duvar gibi, ne söylersem söyleyeyim dinliyormuş gibi yapıyor ama aslında anlamıyor. Eşim benim ne sevdiğimi, ne sevmediğimi; çocukların okulda neler yaptığını bilmiyor; o seferdeyken bizim burada nelere ihtiyaç duyduğumuzla, hangi konularda zorlandığımızla hiç ilgilenmiyor, bunları konuştuğumda da dırdır yaptığımı söylüyor.”
Murat Bey ise bu suçlanmalar karşısında savunmaya geçip “Nasıl ilgisiz olduğumu söylersin, ben seyirde paslı makinaların içinde sizin için çalışıyorum” diyordu. İnsanoğlu ne gariptir ve ne manipülatiftir… Sosyal bir ortamda mühendisim ya da kaptanım derken gururla, göğsü kabararak söylediği mesleğini, sıkıştığında ajitasyon yaparak anlatır. Aslında bu manipülasyon çoğu zaman, çoğu durum için aynıdır. Ajitasyon çoğu zaman kullanılan ve bizi haklı çıkaran bir stratejidir. Murat Bey de sıkıştıkça bunu kullandı. Evet, söylediklerinde haklıydı, zor bir mesleği vardı ama bahsettiği kadar zorlanmıyordu çünkü teknik işlerle ilgilenmeyi seviyordu ve ayrıca sabit bir işte çalışmak istemiyor, sıkılıyordu. Denizde olmak kendini daha özgür hissetmesini sağlıyordu. Yani söyledikleri her ne kadar doğru olsa da, bunları daha çok Figen Hanım’ın şikayetlerine karşılık bir nevi savunma gibi kullanıyordu.
Figen Hanım da aslında Murat Bey’in seferde olmasını manipüle ediyordu. Çocuklarla olmaktan memnundu, Murat Bey uzaktaydı ama söylediği kadar ilgisiz değildi, kendi de bunu söylüyordu ama duygularını anlamadığı için o kadar öfkeliydi ki onu suçlu hissettirmek istiyordu. Öğretmenliğin verdiği bir tarz vardı üzerinde, sanki karşısındakine kendini anlatmanın yolu onun üzerinde otorite kurmak gibiydi. Murat Bey de öfkeliydi, o da Figen Hanım’ı kötü hissettirmek istiyordu. Yani amaç üzüm yemek değil bağcıyı dövmekti.
Çift terapilerinde en çok üstünde durduğum ve ilişkiyi iyileştiren şey çiftin DÖNGÜ’leridir. Döngü, eşlerin karşılıklı birbirlerinin davranışlarına tepkilerdir. Biri hep ayni şeyi yapar, diğeri hep aynı şekilde cevap verir. İki ile ikiyi çarptığımızda hep dört elde ederiz, istersek milyon kere ayni işlemi tekrar edelim hep aynı sonuca varacağız. Cevabı değiştirmek istiyorsak yolu değiştirmek gerekir. Hep aynı yolla gidip farklı sonuç beklemek ne kadar boşa olsa da, eşler başka yol bilmediklerinden aynı davranış kalıplarına devam ederler. Bu ilişkide de belli ki Figen Hanım suçluyor, Murat Bey savunuyor ve böyle bir döngüde kimse kimseyi dinleyemiyor, herkes anlaşılmadığını hissediyor ve birbirine öfkeleniyordu. Aslında böyle bir iletişimde başka türlüsünübeklemek anlamsız olurdu. Biri size elinde bıçakla gelirken tek derdiniz kendinizi korumak olur. Eşlerden birinin suçlamayla gitmesi bıçakla gitmesi gibidir, suçlanan eş sadece kendini korumaya odaklanır, suçlandığı konulara değil. Oysa bıçak da durduk yere alınmaz, yani suçlamalar durduk yere değildir. Kısır döngüleri tam olarak buydu. Figen Hanım farkında değildi ama eşine sürekli suçlayıcı bir tarzla yaklaşıyordu.
“Benimle ve çocuklarla ilgilenmiyorsun.” Bu cümle o kadar soyut ve suçlayıcıdır ki, karşı taraf sadece kendi kafasındakini anlar ve ona göre savunmaya geçer. Suçlayıcı taraf suçladığının farkında olmadığı için savunmaya karşı öfkelenir. İlk başta ikisinin birbirini anlaması için suçlama ve savunma döngüsünün kırılması, yeni bir ortak dil oluşturulması gerekiyordu. Ama çift o kadar öfkeyle gelmişti ki, araya girmem pek mümkün değildi. Ben hiç yokmuşum gibi, yirmi yıldır yaptıkları gibi hiç soluk almadan biri diğerini suçluyor, diğeri duvar örerek dinlemiyordu.
Figen Hanım dinlenmediğini anladıkça eşinin kötü duygulardan korumak için kendisini kapattığını fark edemiyor ve duyulmak için sesini yükseltiyor; Murat Bey ise ses yükseldikçe eşini hissetmek yerine iyice kabuğuna çekiliyordu. Birinin duygulara dokunması gerekiyordu, işte çift terapistinin görevi burada başlıyor; eşler birbirlerine dokunamadıkları için, terapist ikame olarak bir süre onların duygularına dokunarak model olur. Figen Hanım’a döndüm ve sakinlikle ‒çünkü biraz sakinliğe ihtiyacı vardı‒ “Sanırım eşiniz tarafından anlaşılmadığınızı hissediyorsunuz, sesinizi duyuramadığınız için çaresizlikle daha da yükseliyorsunuz, sizin duygularınızı görememesi kendinizi önemsiz hissetmenize neden oluyor” dedim. Figen Hamım, “Evet, tam olarak böyle, bakın, siz beni ilk kez görüyorsunuz ve yirmi dakikada ne hissettiğimi anladınız, yirmi yılda eşim beni anlamadı” diye karşılık verdi. Aslında suçlamaya devam ediyordu, sadece farkında değildi.
Çift terapilerinde o kadar çok duyduğum bir cümledir ki “Siz beni ne güzel anlıyorsunuz ve demek istediklerimi ne güzel ifade ediyorsunuz” cümlesi… İşin aslı şudur: Ben terapist koltuğunda danışanı nötr duyguyla, suçlanmadığım için savunma ihtiyacı duymadan, sadece anlama hedefli dinlerim, yani henüz bir döngünün parçası değilimdir. Murat Bey’e dönüp “Eşiniz tarafından suçladığınızı, takdir edilmediğinizi hissediyor olmalısınız. Suçlandıkça daha çok kendinizi savunma ihtiyacı hissediyor, savunmaya odaklandıkça eşinizi hiç anlayamıyorsunuz. Bu durumda ikiniz de sanırım çaresiz kalıyor ve yoruluyorsunuz” diye devam ettim.
“Evet, tam olarak böyle” dedi Murat Bey, gözlerinde ve bedeninde anlaşılmanın verdiği rahatlık vardı. İlişkilerindeki olumsuz döngüyü görebiliyorlardı ama ne yapacaklarını bilmiyorlardı, çünkü yıllardır var olan alışkanlığı değiştirmek kolay değildi. Onu zamanla değiştirmeyi hedefliyordum ama önemli bir olumlu döngüyü keşfetmiştik: Önemli hissetmektakdir görmek.
Figen Hanım kendini önemli görmek, Murat Bey ise takdir edildiğini bilmek istiyordu. Bunlar son derece insani duygusal ihtiyaçlardı. Birbirlerini suçlamaya o kadar odaklamamışlardı ki bunu görmüyorlardı. Ve bu çiftin hâlâ birbirine olan aşkını görebiliyordum. Bunu tekrar canlandırmak gerekiyordu. Ama ne Murat Bey, Figan Hanım’ın kendini önemsiz hissettiğini fark etmişti ne Figen Hanım, Murat Bey’in takdir edilme ihtiyacını görmüştü. Murat Bey “Olur mu öyle şey, o benim için o kadar önemli ki, ama demek bunu hissettiremiyorum” dediği an, Figen Hanım da araya girerek “Ben de onun bizim için neler yaptığının farkındayım, sanırım onu takdir ettiğimi yıllardır yüzüne karşı söylemedim, bu onu incitmiş olmalı” diye karşılık verdi. Evet, istediğim olumlu döngü işte böyle bir şeydi!
İlişkilerde olumsuzlukları değiştirmenin en iyi yolu çoğu kez olumlu yönlere odaklanmak, onları büyütmektir. Çünkü hayatın her yerinde olduğu gibi ilişkilerde de zamanla tükenmeler, sıkılmalar, kırgınlıklar olacaktır. Hedef mükemmel ilişki oluşturmak değil, olumsuza odaklanıp orada patinaj yapmak yerine olumlu yönleri artırmak olmalıdır. Çünkü ister arkadaş, ister anne baba, ister evlat ilişkisi olsun, bir başka ilişkide de benzer olumsuz durumlar, kırgınlıklar yaşanacaktır ve bunlara rağmen iyilikleri artırmak, olumlu konulara odaklanmayı öğrenmek ilişkileri iyileştirecektir. Evlilik ilişkilerinde de en temel döngülerden biridir önemli hissetmek-takdir edilmek. Bu çift bunu yakalayabilmişti ve aslında sadece bu adımın bile ne kadar iyileştirici olacağına kendileri bile şaşıracaktı.
Bu yazıdaki isimlerin ve kahramanların gerçekle hiçbir ilgisi yoktur. Kimseden esinlenilmemiştir