Denize, denizciliğe gönül vermiş tüm dostlara merhaba! Sohbet eder gibi kaleme almaya çalışacağım bu yazıyı… Önce şunu söyleyeyim, bir kitap yazma aşamasındayım bu günlerde. Bu köşeye yazma önerisi gelince de, kitabımın ana karakterlerinden biri olan Kanuni Sultan Süleyman’ın (Suleiman the Magnifique / Muhteşem Süleyman) dönemindeki deniz savaşlarını ve sonuçlarını açıklamak; açıklarken de Seydi Ali Paşa’nın hazin öyküsünü anlatmak istedim…
Hemen hepimizin bildiği gibi, 623 yıllık Osmanlı Dönemi’nin en unutulmaz, lakabı ile da müsemma (örtüşen) en “muhteşem padişahıdır I.Süleyman (Kanuni Sultan Süleyman)…
1520-1566 yılları arasında 46 yıl hüküm süren bu muhteşem adamın başarılarını anlatmaya, yazmaya sayfalar yetmez, biliyorum. Lakin birçok başarıyı barındıran bu oldukça uzun dönemde, 1529’daki I.Viyana Kuşatması ve dört kez düzenlenen Hint Deniz Savaşları gibi başarısızlıkların da yaşandığını görmezden gelmememiz gerektiğini düşünüyorum… İnandırıcı nedeni –bence– hala bilinmeyen, 1535 yılında Fransa ile imzalanan Kapitülasyon Antlaşması (İmtiyaz-ı Mahsusa) ise Kanuni’nin anlaşılması zor tasarruflarından bir diğeri diye düşünüyorum…
Bu yazımızda, kısaca Kanuni döneminde yapılan dört Hint Deniz seferinden ve sonuncu sefer sonrası Hindistan’dan yaya olarak İstanbul’a kadar gelmek zorunda kalan Seyid Ali Reis’in trajikomik hallerinden söz edeceğiz…
Önce, bu deniz aşırı seferlerin yapıldığı dönemde dünya denizciliği ne durumdaydı; ona bir bakalım…
1450 yılında Portekiz’in Sies kasabasında dünyaya gelen ünlü kaşif Vasco de Gama, Afrika’nın güneyinden dolaşarak Atlas Okyanusu’ndan Hint Okyanusu’na geçme başarısını gösterecekti… Yıl 1498 idi… Bu bir dönüm noktası olacak ve Portekizliler güçlü bir donanma hazırlayacak, Kızıldeniz ve Basra Körfezi’nin Hint Okyanusu’na açılan tüm ağızlarının denetimini eline geçirerek bölgeyi tamamı ile kontrol altına alacaktı… Yeni bir ticaret yolu açılacak, deniz taşımacılığına yeni bir boyut gelecekti… O zamana kadar, özellikle Güney Asya ülkelerinin ticaret mallarının Avrupa’ya taşınmasında çok önemli rol alan Baharat Yolu, işlevini büyük ölçüde yitirecekti…
O bölgede tüm bunlar yaşanırken, Osmanlı’da da önce I.Selim’in (Yavuz Sultan Selim) 1517’de Mısır’ı, 1538 yılında ise Kanuni Sultan Süleyman’ın Irak’ı fethetmesi, İmparatorluğun Kızıldeniz ve Basra Körfezi’ne kadar ulaşmasını sağlayacaktı…
Ancak bir handikap vardı… Denizde hakimiyet sağlanamamıştı; Portekiz’in ise Hint Okyanusu’ndaki egemenliği devam etmekteydi, oysa Osmanlı İmparatorluğu bu egemenliğin sınırlanmasını arzu etmekteydi.
Hatta o dönem Hindistan’ın batısındaki Gücerat Sultanlığı, Yavuz Sultan Selim hâlâ tahtta iken Portekiz’e karşı Osmanlı’dan yardım talebinde bulunmuştu. Bu talep Kanuni döneminde de devam edecekti.
İşte yeni oluşan bu deniz ticaret yolunda pay ve söz sahibi olmak adına Kanuni Sultan Süleyman döneminde Hint Seferleri düzenlenmeye başlanacaktı.
Şimdi bu seferleri kısaca hatırlayalım, dilerseniz…
Hadım Süleyman Paşa yönetimindeki 1. sefer
Özellikle Barbaros Hayreddin Paşa başta olmak üzere dönemin Osmanlı denizcililerinin üstün başarıları, Osmanlı İmparatorluğu’nu Akdeniz’in neredeyse tek hâkimi kılmıştı; bunun doğal sonucu olarak da İmparatorluk çok büyük ve güçlü bir donanmaya sahipti. Ancak bu donanmanın Akdeniz’den (zamanında Vasco de Gama’nın yaptığı gibi) Kızıldeniz’e, Basra’ya geçirilmesi hemen hemen imkansızdı. Çözüm kısa sürede bulunacaktı…
Hadım Süleyman Paşa, Hint Kaptan-ı Deryalığına (Hint Kapudanlığı) atanacak; o da kısa sürede Süveyş tersanelerinde 76 parça gemi inşa ettirecekti. Gemilerin keresteleri Alanya’dan İskenderiye’ye, oradan da Süveyş’teki tersanelere ulaştırılacaktı. Hadım Süleyman Paşa filo tamamlandıktan hemen sonra, Kızıldeniz üzerinden Hindistan’a yola çıkacaktı. Yol üzerinde Aden’i ele geçirecek; Arap Yarımadası’nın ve İran’ın güneyinden geçerek Hindistan’a ulaşacaktı…
Ancak evdeki hesap çarşıya uymamıştı. Osmanlı donanmasından yardım isteyen Gücerat Sultan’ı ölmüş; yerine geçen Sultan III. Mahmud ise Portekizlilerle anlaşmıştı bile. Bu arada Hadım Süleyman Paşa Hindistan’ın kuzeybatısındaki Diu Kalesi’ni fethetmeye çalışsa da, Portekizlilerin kaleye yardım etmeleri sonucunda başarısız olacak ve geriye dönmek zorunda kalacaktı. Daha sonra Yemen’de bazı faaliyetlerde bulunacak, donanmayı Süveyş’e bırakarak İstanbul’a dönecek,1547’de eceli ile vefat edecekti.
Piri Reis yönetimindeki 2. sefer
Hadım Süleyman Paşa’dan sonra 2. Hint Seferi, haritaları ile ünlü Piri Reis’e verilecekti. Hadım Süleyman Paşa’nın bölgeden ayrılmasından kısa bir süre sonra, geçici de olsa, Katif ’i (Basra Körfezi’nde bir Suudi şehri) ele geçiren, Basra’yı tehdit eden, bu arada orada yerleşik bazı Arap kabile reisleri ile anlaşma zemini arayan Portekizliler çizmeyi aşmışlardı. Osmanlı bir kez daha Hint Okyanus’una açılma kararı alacak; Hint Kapudanlığına getirilen Piri Reis komutasında 25 kadırga, 4 kalyon, 1 destek gemisi ve 850 kadar levendle birlikte Süveyş’ten Hint Okyanusu’na doğru yola çıkacaktı… 1552 yılının Nisan ayı idi ve Piri Reis 80 yaşını aşmıştı.
İlk iş olarak, Maskat’ı yağmalatacak; şehrin Portekizli kumandanı Joâo de Lisboa dahil 60 kadar Portekizliyi küreğe vurduracaktı. Oradan Hürmüz’e çevirecekti rotasını… Hürmüz Kalesi’ni kuşatacak; devamlı top ateşine rağmen kaleyi düşüremeyecekti. Bu kuşatma sırasında, Piri Reis asker ve mühimmat kaybı açısından –belki düşmandan fazla– büyük zayiata uğrayacaktı. Üstelik dönemin Portekiz Genel Valisi Goa’nın büyük bir donanma ile bölgeye doğru yola çıktığı haberleri ortada dolaşmaya başlayınca, Piri Reis panikleyecek, kuşatmayı kaldıracaktı.
Durumu “Osmanlı Siyaseti” ile bağdaştıramayan Kanuni, fermanı yazacak ve 1553 yılı Kasım veya Aralık ayları içinde Divan-ı Mısır’da Piri Reis kafası vurularak idam edilecekti.
Koca Murat Reis yönetimindeki 3. sefer
Osmanlı kadırgaları başta olmak üzere hemen hemen tüm gemiler Basra’da mahsur kalmıştı. Bunun anlamı şuydu: Artık Osmanlı’nın Kızıldeniz’de bir donaması yoktu…
Üstüne üstlük, bir de o aralar, Pero de Taide Inferno kumandasındaki bir Luzitanya (yani Portekiz) filosunun Aden açıklarında devriye turları attığına dair haberler, Osmanlıları iyice kuşkulandıracaktı. Alelacele, Katif ’in eski beylerinden Murad Bey “Mısır Kapudanlığına” getirilecek ve Basra’da sıkışmış donanmayı Kızıldeniz’e getirmek üzere yola koyulacaktı. Ancak bu girişim de başarıyla sonuçlanmayacaktı. Murad Bey’in seferini öğrenen Portekizliler, Osmanlı Donanmasını, Hürmüz Boğazı’nda yakalayacak; zorlu bir savaştan sonra Osmanlılara büyük kayıplar verdireceklerdi.
Osmanlı Hükümetince başarısızlık olarak değerlendirilen bu olaydan sonra, Mısır Kapudanlığı Murad Reis’ten alınarak Seydi Ali Reis’e verilecek; Murad Reis ise Akdeniz’de başka bir göreve tayin edilecektir.
Bu görevi sırasında, Kıbrıs’ın Baf Limanı önünde Maltalılarla savaşacaktır… “Kara Cehennem Cengi” adı verilen bu savaşta Murad Reis şehit düşecek ve Rodos’a defnedilecektir.
Seydi Ali Reis yönetimindeki 4. sefer
Sıra yeni Kapudan Seydi Ali Reis’tedir bu kez… Görevi sadece 15 parça kalan donanmayı Hint Okyanusu’ndan Süveyş’e getirmekti. 1554 yılı Ağustos’unda 15 gemi ile denize açılacaktır. Hürmüz Boğazı’nı sağ salim geçmesine geçer de, Umman kıyılarında Horfekkan açıklarında 6’sı karavela, 16’sı grab tipi olmak üzere toplam 25 parçalık Portekiz donanması ile karşılaşacaktı. Yaklaşık çeyrek yüzyıldır Hint Okyanusu’nda şu veya bu şekilde kapışan Osmanlı ve Portekiz donanmaları bu kez – belki de son defa, çok sert bir savaşa girişeceklerdi… Bir ara Lima Körfezi’ne çekilmek zorunda kalan Portekizliler, son bir gayretle bir kez daha Osmanlı gemilerine saldıracaklardı. Her iki tarafın da kayıpları oldukça fazlaydı. Geri çekilirken Hint Okyanusu’nda şiddetli fırtınaya tutulan Seydi Ali Reis, elinde kalan 9 geminin 4’ünü de bu hengamede yitirecek; kalan son 5 ‒ama oldukça hasarlı‒ gemi ile Gücerat Sultanı’na sığınacaktı.
Dört kez üst üste hüsrana uğrayan Osmanlılar, gerek inşa ettirdikleri gemilerin hantal ve manevra yeteneklerinin yetersiz olmasından, gerekse yanlış seçilen silah ve mühimmat nedeniyle Hint Okyanusu’nda hakimiyet kurmak sevdasından vazgeçeceklerdi.
Sözünü ettiğimiz Hint Seferleri’nin bir başka sonucu da, Osmanlılar açısından, bundan böyle büyük donanma hareketlerinin sona ermesi olacaktı.
Seydi Ali Reis’in trajik Hindistanİstanbul seyahati ise bambaşka bir öyküdür…
Elinde kalan gemileri onaracak hemen hemen hiç alet ve edevat bulunmayan Seydi Ali Reis, gemilerin de neredeyse hurda halde olmasından, deniz yolu ile Mısır’a dönme ihtimalinin olmadığını anlamıştı. Üstelik emrinde kalan son denizcilerden çoğunun da Güceret Sultanlığı hizmetine girmesi nedeniyle ‒gemiler seyre çıkabilse bile‒ büyük personel eksiği yaşanacağı da ayrı bir gerçekti. Gemileri çaresizce Güceret Sultanı Hüdavend Han’a teslim etmekten başka seçeneği kalmamıştı. Gemileri ‒eğer becerebilirse‒ Hüdavend Han satacak; parasını da İstanbul’a gönderecekti.
25 Kasım 1554 günü, yanında kalan sadık 50 kadar adamı ile, Gürceret başkenti Ahmedâbâd üzerinden İstanbul’a varmak için tam 3 yıl 9 ay 21 gün sürecek yaya yolculuğuna, daha doğrusu macerasına başlayacaktı…
Radanpur yolu üzerinden önce Sind Memleket’ine, oradan da Sultanpur Yolu üzerinden Multan’a varacaktı. Seydi Ali Reis, yanında iyi top-tüfek kullanan, savaşmayı bilen adamları olduğundan, hemen hemen her defasında görev teklifi alıyor; ama nazik bir şekilde teklifleri geri çeviriyordu.
Ancak bu geri çevirmeler bazen yeterli olmuyor, zaman zaman güzergahı üzerindeki yerlerde yapılan iç savaşlarda çarpışmak durumunda da kalabiliyordu.
Daha sonra Lahor’a varılacak; ancak orada egemenliğini sürdüren Mirza Şah kendine ve maiyetine yol vermeyince, rotasını değiştirerek Delhi’ye gidecekti. Delhi’de Humayun Şah tarafından törenle karşılanacaktı. Uzunca bir süre orada kalan Seydi Ali Reis, hem Hükümdar Humayun Şah’ın vefatına şahit olacak hem de o yörenin ünlü Muson yağmurlarının bitmesini bekleyecekti.
Humayun Han’nın yerine tahta geçen Ekber Han’dan nazikane bir şekilde müsaade isteyen Sedi Ali Reis’in yeni hedefi önce –bir kez daha‒ Lahor, oradan da Kabil olacaktı. Kabil’de bir müddet kalan Reis’imiz oradan da Semerkant şehrine vasıl olacaktı. Hükümdar Burak Han ile de görüşen Seydi Ali Reis, Buhara’ya doğru yol alırken, Özbek hücumuna uğrayacak; canını zor kurtararak Buhara’ya, 15 gün orada kaldıktan sonra ise Horasan’da Mehşed’e ulaşacaktı.
Meşhed Hâkimi’nde, Osmanlıların, bizimkileri Safevî İran ile aralarındaki siyasal gerginlik nedeniyle aleyhlerine çalışacak askerler olarak gönderdiğine dair kanaat oluşacak ve Reis’imiz adamları ile birlikte hapse bile atılacaktı.
Bu macerayı daha fazla anlatmak niyetinde değilim; şu anda yazmayı sürdürdüğüm kitabımın bir bölümü içinde yer alacak bu yazdıklarım, aynen Kanuni’nin I.Viyana Seferi ile Fransızlara verdiği ilk kapitülasyonlar gibi… Meraklısı bu inanılmaz maceranın tamamını, tüm ayrıntıları ile kendisinin kaleme aldığı Muhit ve Mir’atü’l- Memâlik (Ülkelerin Aynası) kitabından öğrenebilirler.
Uzatmadan söyleyeyim, Seydi Ali Reis, tam 3 yıl 7 ay 21 gün süren yolculuğun sonunda İstanbul’a, o aralar Edirne’de bulunduğundan Kanuni Sultan Süleyman’nın huzuruna çıkabilmek için de Edirne’ye kadar yürümeye devam edecektir. Tahminim, kellesinin vurulması korkusuyla yolda geçirdiği süre boyunca, uğradığı yerlerden bazı armağanlar ile ilgili devlet yöneticilerden Sultan Süleyman’a bağlılıklarını belirten mektuplar getirmeyi de ihmal etmeyecektir…
Kanuni çok iyi davranır huzura aldığında ve adamları dahil, kendisine 4 yıl boyunca biriken maaşlarını da defaten öder.
Tarihimize katkı ve renk katan tüm Türk büyüklerimize bir kez daha saygı ve şükranlarımı sunmayı bir borç bilirim.