UZM.KLN.PSK. ESRA B. SÜNGÜ
“‘Şimdi kalkmışlar, bana emekli ol’ diyorlar. Oysa ben boş kalmak nedir bilmiyorum. ‘Denizsiz yaşayamam, deniz benim evim’ diyorum. ‘İyi ya işte, hobi olarak al kendine bir tekne, gez’ diyorlar. Bilmiyorlar ki ben kendim için hiç dümen çevirmedim.”
Kerim Kaptan’ın gözlerindeki hüzün, tüm heybetine rağmen görünüyordu. Sanki karşımda yaşını başını almış, onlarca mürettebata başkanlık yapmış, yıllarca sayısız gemide hiç tereddüt etmeden birçok kritik kararlar vermiş, üç çocuk babası bir kaptan değil de küçük bir çocuk oturuyordu.
İnsan o kadar farklı bir varlıktır ki duyguları onu şekilden şekle sokabilir, algılanışını bile değiştirebilir. Mesela bir araştırmada, bir kişi aynı seviyedeki üniversite sınıflarına farklı unvanlarla tanıtılıyor: Bir sınıfa profesör olduğu, diğer sınıfa unvansız olduğu söyleniyor. Profesör olarak girdiği sınıftakiler, konuşmacıyı anlamlı bir şekilde uzun boylu olarak tanımlarken, unvansız olduğu söylenen sınıftakiler aynı kişiyi diğer sınıfa göre oldukça kısa boylu olarak tanımlıyor. Yani kişilerin boyları gibi somut değerler bile bazen objektif değerlendirilmez. Nasıl ki bizim yargılarımız kişileri algılamamızı etkiliyorsa, kişinin kendiyle ilgili yargısı da bir enerjiyle bizi etkiler. Danışanım Kerim Kaptan için de benzer bir tablo geçerliydi. Duyguları bedenine ve duruşuna yansıyordu. Bu durum doğal olarak bana ve onu algılama şeklime de geçiyordu. Onu, iş hayatından bahsederken güçlü, otoriter biri olarak hissediyor; çekiniyordum. Ama az önceki konuşmasında, karşımda, yolunu bulamadığı için kaygı yaşayan altı yaşında bir çocuk var gibi hissetmiş ve şefkat duymuştum.
Danışanın terapistin içinde yarattığı duygulara, karşı aktarım denir. Terapist, psikoterapide içindeki duygulara odaklanır ve iyileşme sürecinde, danışanın terapistte yarattığı duyguların, yani karşı aktarımın konuşulması büyük önem taşır. Benim de aslında bu bilgi doğrultusunda Kerim Kaptan’la kendi hislerinden kaynaklanan duruşlarını ve bende yarattığı duyguları konuşmam gerekiyordu. Ancak yapmadım, çünkü biliyordum ki terapide doğru müdahaleden daha önemli bir şey varsa o da doğru zamanda doğru müdahaleydi. O an danışanım o kadar hüzünlü, kırılgan ve neredeyse depresif bir dönemdeydi ki bu söylediklerimi duymayacaktı.
Kendini bu kadar mağdur, ürkek hissederken diğer kimliklerindeki kendini hatırlayamayacaktı. Hızlı bir şekilde hüznüne ve arkasındaki duyguya odaklanmaya karar verdim. Bana yolu gösteren de zaten kendisi olmuştu: “Kendim için!..” Şimdiye kadar kendi için neler yaptığını sordum. “Bilmiyorum aslında, bunu hiç düşünmedim” dedi. “Ben imkânsızlıklar içinde doğdum, Türkiye’nin en utanç verici zamanlarını, darbeleri gördüm ve yapmam gereken tek şey, askeri okulu bitirip kaptan olmak; önce ülkeme, sonra aileme sahip çıkmaktı. O zaman bu zamandır hiç sorgulamadım, sorumluluğum olmadan bir şey yapmadım. Ha, bir de hem kaptan hem aile babasıysanız daha da zordur. Denizde gemi için varsınız. Karadaysa denizde geçirdiğiniz zamanı aileniz için telafi etmeniz gerekir; onlar için yapmanız gerekenleri yaparsınız. Kısaca psikolog hanım, ben şimdi boş nasıl dururum? Kimse bana şunları yapmalısın demezse yolumu nasıl bulurum?”
Artık daha iyi anlıyordum Kerim Kaptan’ın psikolojik dinamiklerini. İmkânları kısıtlı bir ailede doğmuş ve katı disiplinle şekillenen, “diğerlerini” koruma odaklı bir eğitim hayatı geçirmişti. Ardından disiplinli ve başkanlık yapması gereken bir iş hayatı derken, kendine hiç “Ben kimim, ne isterim, niye isterim?” diye sorma fırsatı olmamıştı. Hoş, fırsat olsa da bu soruları çoğumuz sormamışızdır. Bunlar, insanın kendi içine dokunması, kendini tanıması gereken, şekillendirmesi oldukça zor psikolojik süreçlerdir. Seans sonunda yol haritam biçimlendi. Kerim Kaptan’ın ruh hallerine çok dokunmayacaktım, çünkü bu haller ona bir zarar vermiyordu ve kendisinin de bu durumdan bir şikâyeti yoktu. Kendini keşfetmesine, içine dokunmasına; kendi başına yol almanın, kendini tanımanın, kendi için bir şeyler yapmanın hazzını yakalamasına rehberlik etmem gerekiyordu.