İLKER ÖZYILDIZ
Okuldan mezun olup iş hayatına atıldığım 1993 yılından bugüne kadar geçen zamana şöyle bir baktığımda, sektörde yaşanan muazzam değişimi çok daha net görüyorum. Tersanede çalışmaya başladığım ilk dönemde iletişim olanaklarının yanı sıra tersanelerin donanımları da çok kısıtlıydı. Şimdi gerek şirketlerin organizasyon yapıları gerekse mühendislerin donanımları o günlerin çok çok ötesine ulaşmış durumda.
Hatırlıyorum da, o dönemde yurtdışından mühendis getirebilmek, onları buralarda çalışmaya ikna edebilmek için çırpınıp dururduk. Öyle ya da böyle adamları getirirdik ama özellikle yabancılara özgü tatil günlerinde ara ki bulasın mühendis beyleri. Fabrikayı aradığımızda bekçiden başka kimseye ulaşamazdık.
Aynı dönemde sektörde yerli ekipman tedariki de yok denecek kadar azdı. Kendime ait bir firma kurma fikri de bu şartlar altında oluştu. “Acaba yerli ekipman yapabilir miyiz, ürettiğimiz sistemin hem mühendislik hem danışmanlık hizmetini vererek bir artı değer ortaya koyabilir miyiz?” sorusuydu beni harekete geçiren.
İşte bu düşüncelerle, Tuzla’nın Postane Mahallesi’ndeki tek göz bir ofiste kurdum Marsis’i. Yıl 2005’ti. Bakıyorum da on beş yılı doldurmuşuz, zaman çok çabuk geçmiş. Tek başıma çıktığım bu yolda şimdi 37 kişilik bir ekiple yürüyorum.
O günlerden bugüne gelene kadar pek çok başarılı projeye imza attık. Gerçekleştirdiğimiz ilk ihracatınsa benim için son derece önemli ve keyifli bir hikâyesi vardır:
RMK Tersanesi’nde, İtalya’nın ünlü Fincantieri Tersanesi ortaklığıyla sahil güvenlik arama kurtarma gemileri yapılıyordu. İtalyanlar, RMK Tersanesi’ndeki arkadaşların da tavsiyesiyle, Türkiye’deki bir firmadan ekipman alabileceklerini düşünüp firmamıza gelmişlerdi. O zaman henüz çok küçük bir firmaydık. 300 metrekareyi ancak bulan ofis ve imalathanemizde İtalyan firmanın temsilcileriyle bir araya geldik. İlk görüşme olumlu geçti ve süreç içerisinde teknik görüşmeler, yazışmalar, konuşmalar gerçekleştirdik. Proje için harici yangın söndürme sistemleri tedarik edecektik. Uzmanı olduğumuz bir konuydu. Zaten firmamızın kuruluşundaki temel çıkış noktası da harici yangın söndürme sistemleriydi. Türkiye’de bu alanda hiçbir imalatçı yokken bir Türk firması olarak yola çıktık ve uluslararası bir marka olma hedefiyle on beş yıllık süreç içinde dev adımlar attık. Bahsettiğim Fincantieri projesi de bu dev adımların ilki ve öncüsü olmuştu. İtalyan tersanesinin askeri bir disiplinle yürüyen projedeki zorlayıcı yaklaşımı da kendimizi geliştirmemizde ve deneyim kazanmamızda önemli bir paya sahiptir
Biz tekrar o zamanlara dönelim…
Süreç ilerliyor, görüşmeler oluml
u gidiyor derken, tersane, sözleşme görüşmeleri için beni İtalya’daki merkezine davet etti. Tek başıma atladım gittim Cenova’ya. Firmanın merkez binasındaki kocaman toplantı odasında bizim taraftan bir tek ben varım… Fincantieri tarafında ise satın almacılar ve proje müdürü oturuyordu. Görüşmenin bu ekiple sınırlı kalacağını düşündüm doğal olarak ama pek öyle olmadı. Toplantı tam bir buçuk güne yayıldı. Bu süre içinde de makine sistemleriyle ilgilenen dizaynırlardan yangın sistemleriyle ilgilenen dizaynırlara, boru sistemleri uzmanlarından elektrik elektronik tarafındaki mühendislere, lojistikle ilgili görevlilerden dokümantasyonla ilgilenen birime kadar bir sürü kişi toplantıya girip çıktı. Hepsi de kendi alanlarıyla ilgili soru yağmuruna tuttu beni. Öyle ki paketleme detayına kadar indiler.
O bir buçuk gün boyunca çok keyif aldım. Daha önce hiç karşılaşmadığım bir yöntemdi. Hatta o toplantıdan sonra da bunun gibi bir şeyle bir daha karşılaşmadığımı söyleyebilirim. Genellikle müşterinize gidersiniz, kendinizi ve ürününüzü anlatırsınız ve güven ilişkisi içinde çalışmaya başlarsınız. Ama orada resmen teknik bir sınav söz konusuydu, adeta üniversite sınavına bir daha girdim diyebilirim.
Asıl enteresan olansa, o bir buçuk gün boyunca Fincantieri’nin satın alma görevlisi ile operasyon sorumlusunun masadan hiç kalkmamalarıydı. Benimle beraber sürekli orada oturdular, bütün departmanlar gelip sorularına yanıt alıp onay verdikten sonra, “Tamam, Marsis’le sözleşme görüşmelerine başlayabiliriz,” dediler. Oysa ben zaten sözleşme görüşmesi yaptığımızı sanıyordum! Bütün bu sorular ve yoğun toplantı trafiğinin ardından iki saat süren bir sözleşme görüşmesi daha gerçekleşti; taahhütler, standartlar, kontratın ayrıntıları karara bağlandı. Fincantieri ile ilk projemize böylece başlamış olduk.
Başarılı bir projeydi. Ancak içimdeki bir yarayı belirtmeden edemeyeceğim: Söz konusu projede yaklaşık dört tır dolusu harici yangın söndürme sistemi malzemesini üretip İtalya’ya ihraç ettik. Ancak aynı sistemler, proje kapsamında İtalya’dan Türkiye’ye İtalyan menşeili olarak ithal edildi. Maalesef bu tür ortaklı işlerde bunlar olabiliyor.
Her şeye rağmen, bu projenin ardından Fincantieri en iyi müşterilerimizden biri oldu. Hâlâ birlikte çalışıyoruz; İtalyan Deniz Kuvvetlerine, İtalyan Sahil Güvenlik Kuvvetlerine ya da dışarıya ihraç ettikleri başka projelere birçok tedarik gerçekleştirdik, gerçekleştirmeye devam ediyoruz. Söz konusu proje bizi ileri taşıdı ve yurtdışına iş yapma rahatlığını böylece kazandık. Hatta en son projelerimizden birini de Norveç için gerçekleştirdik. Gemi 2017’de yılın gemisi seçildi. Biz de o projenin bir parçası olmayı başardık.
Geçmişte, on-on beş sene önce bizim gibi firmaların temel korkularından biriydi yurtdışına çalışmak. “Acaba yurtdışına iş yapabilir miyiz? Yurtdışında nasıl var olabiliriz?” gibi sorular kurcalıyordu zihinleri. Küçük bütçeli bir firmaysanız, finansal desteğiniz azsa, dışarıda başka bir desteğiniz yoksa ürküyordunuz doğal olarak bu işlerden. Ama bu tecrübeyi yaşadıktan sonra, artık yüzümüzü dışarıya çevirmemiz gerekiyor diye düşünmeye başlıyorsunuz. Biz özellikle ürünlerimizi Ar-Ge faaliyetleriyle desteklemeye önem verdik. Bir Ar-Ge birimi oluşturduk. Arkadaşlarımız bu konuda ciddi eğitimler aldı. TÜBİTAK projesi gerçekleştirdik mesela, o proje başarı hikâyeleri arasına girdi 2012 yılında. Bütün bunlar adım adım, deneyimle, giderek gelişen özgüvenle olan şeyler. Üretimlerimizin sonucunda kendi markamızı oluşturma konusunda da cesaretlendik. Yerlilik katkımız yüzde 70’lere kadar yükseldi.
Doğal olarak, arkasından tanıtım faaliyetleri geldi. Daha önce fuarlarda ziyaretçi olarak yer alırken artık katılımcılar arasındayız. Dünyanın 12 farklı noktasında temsilciliğimiz var. Hâlâ kat etmemiz gereken çok yol var. Yurtdışında nasıl daha fazla pazar payına sahip oluruz düşüncesi sürekli aklımızın bir yerinde duruyor. Ama geleceğe güçlü yürümek için hızdan çok sürdürülebilirliğe ihtiyaç var. Bugün, yıllar önce durduğumuz noktanın çok daha ötesine geçmeyi başardıysak, bunu yaşadığımız deneyimlere ve sürdürülebilir gelişmeye borçluyuz.