İşiniz farklı kültürlerden insanlarla çalışmak olunca ister istemez türlü olaylar ve değişik taleplerle karşılaşıyorsunuz. Bizim mesleğimizin cilvesi de aynı anda çok farklı ülke ve kültürlerden gelen insanların taleplerini karşılamak ve çalıştığımız kurumları mümkün olan en iyi şartlarda ayakta tutmak. Aynı masa etrafında toplanmış insanlardan bazılarına önemli gelen bir davranış ya da alışkanlığın kimisine çok da önemli gelmediğini bu mesleği yaparken öğrendim. Karmaşık gibi görünen bu durumun tek bir çözümü olduğunu ise değişik ülkelere yaptığım ziyaretlerde ya da o ülkelerden gelen kişilerle burada gerçekleştirdiğimiz çalışmalar sırasında tecrübe ettim. Edindiğim bilgi ne diye sorarsanız, cevabım net: sakin kalabilmek!
Bu yazıda, 2007 senesinin bahar aylarında Tuzla’daki gemi tamir tersanelerinden birinde geçen olayı anlatmak istiyorum. Uzun uğraşlar sonunda dünyanın önde gelen denizcilik firmalarından birinin üç gemisini Tuzla’da tamir etmek için anlaşmalar yapmış ve serinin ikinci gemisini tamir etmeye başlamıştık. Tam hazırlıklarımızı tamamlayıp gemiyi havuza alacağımız gün, gemi kaptanı ile çarkçıbaşısının şaşırtıcı bir talebiyle karşılaştık. İkisi de geminin havuza alınışını bekletip bekletemeyeceğimizi soruyordu. Bu istek şaşırtıcıydı, çünkü gemi personeli her zaman bir an önce geminin havuza girmesini ve yapılacak işlemlerin hızlı bir şekilde tamamlanmasını ister. Sonuçta taleplerini karşılayamayacağımızı, geminin planlanan zamanda havuza alınması gerektiğini belirtip, aynı gün operasyona başladık. Geminin havuza girişinin gece yarısından sonra olması planlanmış, o gecenin sabahında da havuzdaki rutin işlere başlanması ön görülmüştü. Ama sabah 07.00’de çalan telefonum bunun pek de planlandığı şekilde gitmeyeceğinin göstergesiydi.
Arayan, geminin armatör tarafından sorumlusuydu. Gemide birinin fenalaştığını, kişinin psikolojik sorunları olduğunu, acil doktor ve ambulans göndermemiz gerektiğini belirtti. Yetkili mercilere haber verip bizler de gemiye doğru yola koyulduk. Tersaneye ulaştığımızda geminin havuza girmiş olduğunu, mesleki terminolojide kullanıldığı üzere “kuruya” çıktığını gördük. Ancak mürettebat yaşam mahallindeki kamaralardan birinin önünde toplanmıştı. Kamaranın kapı menfezi sökülmüştü ve insanlar içerdeki kişiye bir şeyler anlatmaya çalışıyordu. İçerideki manzara endişe vericiydi. Elinde paslı bir kesici aletle yerde yatan kişi, kapıyı açmaya zorlarsak yaşamına son vereceğini söylüyordu. Bunu gördüğümüz andan itibaren olayın adli bir vaka olduğunu düşünüp Tuzla Emniyet Müdürlüğüne haber verdik. Bu sırada komşu kamaralardan bu kamaraya nasıl girebiliriz diye araştırmaya başladık. Polis gelene kadar hepimiz dilimiz döndüğünce kamaradaki kişiyi ikna etmeye çalıştık. Polisler geldikten sonra süreci yönetmeyi onlara bıraktık. Her gelen polis, emniyetten bir başka polisi arıyordu. İki saatin sonunda geminin yaşam mahallinde otuzdan fazla polis vardı. Durumdan tam umudu kesmiştik ki, sonradan emniyet müdür yardımcısı olduğunu öğrendiğimiz biri geldi. Herkesin dışarı çıkmasını, polislerden sadece birkaç kişinin kalmasını isteyip gemi kaptanını çağırttı. Müdür yardımcısının Filipinli kaptana “Sana yakıştıramadım, nasıl bir kaptansın sen, bir adamına sahip çıkamamışsın!” şeklinde serzenişte bulunduğunu hatırlıyorum.
Zaman geçiyor, ikna çalışmaları devam ediyordu. Tam kapının kırılmasına ve içeri girilmeye karar verilmişti ki, polislerden biri heyecanla gelip alt kısmında, yalpalığın üzerinde gemiye ait olmayan büyük bir sandık olduğunu söyledi. Bu duruma kimse anlam verememişti elbette. Bunun üzerine emniyet müdürü hep beraber aşağı inmemizi istedi. Canına kastetmeye çalışan kişiyi kamarada bırakıp gemi mürettebatı da dahil olmak üzere hepimiz bu garip sandığa bakmaya gittik. Gördüğümüz manzara şaşırtıcıydı: İki metre uzunluğunda, yaklaşık bir metre derinliğindeki metalden yapılmış bir sandık, geminin bordasına, yalpalık üzerine monte edilmiş ve her tarafı kapatılmıştı. Sandığın etrafı güvenlik şeridiyle korumaya alındı ve hemen Narkotik Şube ekiplerine haber verildi.
istanbul Emniyetinden çağırılan narkotik ekibi geldikten sonra, sandığı bulunduğu yerden almak için tersaneden ekip ayarladık. İçinde gaz birikmiş olması ihtimaline karşı matkapla iki yerden delik açıp önlem aldıktan sonra sandığı yerinden çıkardık. Bu arada, özellikle narkotik şube 13 müdürü ve ekibinin de hakkını vermek lazım. Yolda görseniz polis olduklarına muhtemelen ihtimal vermezdiniz. Artık sıra sandığı açmaya gelmişti. Üst tarafından dikkatlice kestik. İçinden çıkan maddeleri anlamamıştık ama yardımımıza Narkotik Şube’den, görünüşünü hiçbir zaman unutmayacağım bir polis memuru koştu. Sandıkta toplam ağırlığı 140 kilogramı bulan kokain, metamfetamin ve uyarıcı olduğu anlaşıldı.
Bu sırada yukarda intihar teşebbüsünde bulunan şahıs kendiliğinden yanımıza gelmiş ve ambulansla hastaneye sevk edilmek istediğini söylemişti. Geri kalan gemi mürettebatını polis ifadesi alınmak üzere emniyet müdürlüğüne götürdüler. İşin komik yanı, mürettebat polis araçlarına sığmayınca tersaneden araba tahsis edildi. Polisler tarafından kullanılan araçlar yol boyunca emniyet şeridini kullandığı için de birkaç gün sonra tersaneye yüklü miktarda trafik cezası geldi. Kaptan, çarkçıbaşı ve 2. kaptanla birlikte toplam beş kişi tutuklandı. Üç aylık yargılamanın sonunda sınır dışı edildiler. Bu olaydan iki gün sonra, dönemin en çok satan gazetelerinde “İstanbul Narkotik Şube’nin büyük operasyonu” manşetini görmek şaşırtıcı olmadı doğrusu.