İnsanoğlu tarih boyunca kendine birçok korku icat etmiş bir canlı türü. “İcat etmiş,” deyince kulağa biraz garip geliyor olabilir, ama bu korkuları ve batıl inanışları arka arkaya sıralasak, doğru kelimenin gerçekten de “icat etmek” olduğu görülür.
Elbette burada “icat etmek” kavramını negatif anlamıyla kullandığımı belirtmemde yarar var; yani TDK sözlüğüne göre “bir şeyi gerçekmiş gibi gösterme” anlamıyla. Zira yüzlerce hatta binlerce yıllık geçmişe sahip korkularımızın birçoğu, mantıklı hiçbir açıklaması olmamasına rağmen bugün bile hayatımızı derinden etkilemeye devam ediyor, sanki gerçekmiş gibi günlük yaşamın akışını belirleyebiliyor.
Evet, haklısınız, artık bilim var. Bu tür inanış ya da korkuların mantıksızlığı açıkça ortaya konulabiliyor. Bu doğru ama insanoğlunun binlerce yıllık inanç ve alışkanlıklarını bir anda kenara bırakması o kadar kolay mı sizce? Görünüşe göre pek değil!
Haydi, itiraf edin, her ne kadar inanmasanız da bu tür inançlara kaynak oluşturan kimi olaylarla karşılaştığınızda sizin de içiniz bir tuhaf olmuyor mu? Olmuyor mu?
Peki, tamam o zaman, soruyu başka türlü sorayım. Kaçınız başınıza gelmesinden korktuğunuz bir olay hakkında konuşurken farkına bile varmadan tahtaya vurmuyorsunuz? Peki, tahtaya vurma geleneğinin eski zamanlarda yıldırım çarpan ağaçların tanrıların uzantısı olduğu inanışından ileri geldiğini ve bugüne kadar taşınan bir batıl inanç olduğunu biliyor musunuz?
Buna benzer daha birçok batıl inanç ve korkudan bahsetmek mümkün. Kırılan aynalar, kara kediler, nazar inanışı ve çok daha fazlası… Ayrıca tarih boyunca insanlığın en önemli etkinlik alanlarından biri olan denizcilik için de birçok batıl inanç ve korkudan söz edilebilir.
Bu tür korkulardan biri de 13 sayısının uğursuzluğu ile ilgili. Hatta 13 fobisinin kendine has bir adı bile var: Triskaidekafobi.
Genel kanı, 13 ile ilgili efsanenin Hıristiyanlık inanışıyla bağlantılı olduğu. Ancak sanıldığı gibi değil. Mesela bundan yaklaşık 3800 yıl öncesine tarihlenen 282 maddelik Hamurabi Kanunları’nda 13. maddenin olmadığı söyleniyor. Bilin bakalım neden?!
Daha bitmedi. Persler de bu 13 uğursuzluğuna yakalanmış, öyle ki ayın 13. gününde evlerinden çıkmazlarmış. Aynı şekilde Yunan ve İskandinav mitolojilerinde de 13 en sevilmeyen sayı.
Kısacası 13’ün uğursuzluğu diğer pek çok batıl inanış gibi tek bir kültürden ziyade insanlığın ortak mirası sayılabilir. Biraz sevimsiz bir miras tabii!
Elbette bütün bunları mantıkla açıklamak mümkün değil. Ama gelin görün ki, bilime de inansanız, dört bir yanınızı bilimsel bilginin geldiği noktayı ifade eden teknolojik aygıtlarla da donatsanız 13’ten kurtuluş yok.
Hatta birçok ünlü kişi de 13 sayısından mustarip. Kimler yok ki? Mesela Henry Ford ayın 13`ünde çalışmazmış; işçilerine de izin verir miymiş, bilinmez! Bir başka örnek daha; ABD’nin 32’nci başkanı Franklin Roosevelt, 13 kişilik bir grupla aynı masada asla yemek yememiş. Napolyon, Mark Twain ve Richard Wagner gibi ünlüler 13’ün uğursuzluğuna inanan diğer isimler arasında.
Halen özellikle batı ülkelerindeki bazı otellerde 13’üncü oda ya da kat bulunmaz. Oda numaraları “12, 12A, 14…” diye sıralanır. Asansörlerde 13’üncü katın düğmesini ara ki bulasın! Bazı sokaklardaki bina numaraları da bu şekilde dizilir.
Görüldüğü gibi 13’ün uğursuzluğu sınır tanımıyor, bazı insanlar günlük yaşamdan iş hayatına kadar pek çok alanda kendini bu inanışa göre organize ediyor.
Peki, bu konunun denizcilik sektörüyle ne ilgisi var? Var, efendim! Tüm dünyada milyonlarca kişiyi etkileyen bir inanışın sektörde de karşılığını bulması gayet doğal elbette. Öyle ya, koskoca Henry Ford bile 13’ün uğursuzluğuna inanmış…
Gelelim 13’ün Türkiye ve denizcilik sektörü ile ilgili kısmına… Hikâyemiz 1998 yılında geçse de, temelleri 1989 yılına dayanıyor. Çeliktekne Tersanesi’nde 1989 yılında başlayan ve 10 yıldan uzun süren 14 gemilik bir proje söz konusu. Siparişi veren, Türkiye’nin önemli sanayi kuruluşlarından biri olan Pakmaya Grubu. Uzun soluklu ve büyük bir proje yani.
Pakmaya Grubu için inşa edilen gemiler yıllar içinde adım adım, birer birer tamamlanarak denizle buluşuyor. Projenin 12 gemisi sorunsuzca ve beklendiği gibi tamamlanıyor.
Ancak sıra 13. gemiye gelince işler değişiyor. Pakmaya Grubu’nun sahibinin, birçok iş insanı gibi 13 sayısıyla ilgili tereddütlerinin olduğu işte o zaman, 1998 yılında ortaya çıkıyor. Aslında meselenin o zaman ortaya çıktığı pek de söylenemez, doğru ifade şu olabilir: Ben o tarihlerde holdingin deniz bölümünde, yeni inşa gemilerde kontrol mühendisi olarak görev yaparken, yönetim kurulu başkanımızın bu inanışının farkına 1998’de varıyoruz.
Zira Pakmaya Grubu’nda 13 sayısı egemenliğini çoktan kurmuş durumda o zamanlar. Öyle ki, Grup’un gerek Düzce gerek İzmit’teki fabrikalarında ya da diğer tesislerinde 13 numaralı tanklar iptal edilmiş. Tank numaraları 12’den 14’e atlıyor.
Bu durumda elbette Çeliktekne Tersanesi’nde inşa edilecek Pak Maya Grup’un 13. gemisi için de bir sorun oluşturuyor. Ancak kaçış yolu yok gibi görünüyor. İnşa edilecek gemi 13. gemi olacaksa inşa numarasının da 13 olması kaçınılmaz. Soruna derhal bir çözüm bulunması şart. “Ne yapacağız?” diye kara kara düşünürken aklıma bir fikir geliyor.
Madem biz öyle ya da böyle 13 inşa numaralı gemiyi yapmak zorundayız ve madem 13 numaralı gemi istenmiyor, o zaman biz de bu gemiyi Pakmaya Grubu için yapmayız. Peki kim için yapacağız? Cevap basit, hiç kimse için!
Hemen çalışmalara başlıyorum. Tuzla’da tanıdığım balıkçılardan eski, ufak bir tekne alıp tersaneye getiriyorum. Tekneyi kızağa koyup üstüne rakamla 13 yazıyor ve isimsiz bir şekilde denize indiriyoruz. Tabii mesele bununla sınırlı kalmıyor… Suya indirmeden önce teknenin gövdesine delikler açmayı da ihmal etmiyoruz ki, filonun 13. gemisi batsın ve tarihe karışsın.
Kim bilir, eğer gerçekten varsa bile, 13 sayısının uğursuzluğu bizim bulduğumuz bu çözümle belki de sulara gömülmüştür. Ne dersiniz?