Seyahat etmek; yeni yerler, yeni kültürler tanımak, yeni insanlarla tanışmak, yaşamın içinde yeni olasılıklar keşfetmektir de bir yandan. Bu keşif kişinin vizyonunu, dünyaya bakışını geliştirir; hayatı, dünyayı, insanları, ülkeleri, kültürleri çok daha geniş bir perspektiften görmesini sağlar. Kişinin hem ideallerini yükseltir hem de ufkunu genişletir. En önemlisi ise insana, kendine benzemeyenleri oldukları gibi kabul edebilmeyi öğretir. Hayatı dolu yaşamanın etkili bir seçeneği de seyahat etmektir. Bu nedenle imkanlarımız elverdiği ölçüde, yurtiçinde ve yurtdışında seyahatlere çıkmak, yaşadığımız ve bildiğimiz yerin dışında yeni ve farklı kültürler tanımak, dünyayı kendi gözlerimizle görmek ve deneyimlemek beraberinde müthiş bir kişisel gelişim ve büyüme fırsatı da getirecektir.
Gençliğinde büyük bir gezi tecrübesi olan insanların, yaşamlarını çok daha verimli ve sağlıklı kurduğunu düşünüyorum. İnsan dünyayı ne kadar erken tanırsa ve dünyanın kendi evinde, mahallesinde, okulunda, işyerinde, yaşadığı şehirde gördüğünden çok çok daha fazla rengi, kokuyu, düşünceyi, inancı, dünya görüşünü, hikâyeyi ve insanı barındırdığını ne kadar erken yaşayıp öğrenirse, o kadar dünya vatandaşı olur ve kendi yolunu da o kadar doğru seçer, o denli başarılı ve üretken olur. 16 yaşındayken İngiltere’ye bir dil okuluna gitmiştim, 20 yaşındayken de Norveç’te zihinsel engellilerin bakıldığı bir çalışma kampına katılmıştım. Bu iki deneyim dünyayı daha yakından tanımamı sağlamış, ufkumu açmıştı, dışarıda bambaşka ve rengârenk bir dünya olduğunu keşfetmiş ve çok etkilenmiştim. 20’li ve 30’lu yaşlarım boyunca ne kadar çok dağa tırmandıysam o kadar da çok seyahat etmişimdir. Dağları bu kadar çok sevmemin bir sebebinin de bana dünyayı gezme fırsatı vermeleri olduğunu söyleyebilirim. Bugünkü kişiliğimde tırmandığım her bir dağın olduğu gibi her bir seyahatimin de ayrı ayrı etkisi vardır. Her birinden çok değerli dersler çıkarmış, çok ama çok şey öğrenmişimdir.
Bir dünyalı olarak insanın yaşadığı dünyayı, dünyayı paylaştığı diğerlerini tanımasını, kendi çerçevesi içinde her şeyden daha değerli olarak gördüğümü söyleyebilirim. Çünkü o zaman görüntüdeki farklılıklarımızın bir sorun değil bilakis bir zenginlik olduğunu ve aslında öz olarak hepimizin aynı olduğunu, aynı yerden geldiğimizi ve aynı amaçla aynı yere gittiğimizi de görebiliriz.
Mark Twain şöyle der: “Önyargı, taassup ve dar görüşlülüğün en iyi tedavisi seyahattir.”
Evliya Çelebilere işte bu yüzden, bizi birbirimize önyargısız ve tarafsız tanıttığı için dünyanın çok ihtiyacı var.
Evliya Çelebi, insanlık tarihinde kültürler ve medeniyetler arasında köprüler kurulmasına en önemli katkıda bulunan ve öncü rol oynayan insanlardan biri kabul ediliyor. 400. doğum yıldönümünde UNESCO tarafından 2011 yılının Evliya Çelebi yılı ilan edilmesi, Osmanlı’nın bu en önemli seyyahının dünya tarihinde bıraktığı izin derinliğini ve yarattığı değerin önemini gösteriyor. Büyük bir gözlem gücüne dayanan görgü tanıklığıyla, 17. yüzyıl Osmanlı toplum yaşamının her alanını, sultanlardan sokaktaki dilenciye kadar toplumun her kesiminden insan manzaralarını, doğal güzelliklerini, coğrafyasını, kültürel ögelerini kendine özgü uslubuyla, etkileyici betimlemeleriyle, biraz mizahi, biraz sivri ve çok hoş anlatımıyla kaleme aldığı Seyahatname’sinde herkesi herkesle tanıştırıyor bir yandan da.
Evliya Çelebi daha küçük yaşlardan itibaren dünyayı daha yakından tanımayı, yeni yerler ve yeni insanlarla tanışmayı istermiş. İlk fırsatını bulduğunda da önce yaşadığı şehirden, İstanbul’dan başlamış ve tüm Osmanlı coğrafyasına ve ötesine uzanmış. 17. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’nun Asya, Avrupa ve Afrika’daki uçsuz bucaksız topraklarını ve komşularını gezmiş olan Evliya Çelebi’nin devrinin imkanlarında çok iyi bir eğitim aldığını biliyoruz.
Evliya Çelebi’yi tanıdığınızda şunu görüyorsunuz: Devrinin bu aydın insanı, dünyayı, hayatı, insanları daha yakından tanıma tutkusuyla büyük bir cesaretle yollara düşmüş ve yine büyük bir disiplinle her gördüğünü not etmiş ve kendi üslubuyla 10 ciltlik Seyahatname’sinde anlatmış. O kadar güzel anlatmış ki, 400 yıl sonra bugün bile Evliya Çelebi’nin sayesinde 17. yüzyıl Osmanlı coğrafyası hakkında geniş ve kapsamlı bilgiye ulaşabiliyoruz. Toplum bilimi araştırmacıları için bulunmaz bir fırsat bu. Evliya Çelebi, yarım yüzyılı aşan seyyah yaşamında gözlemlediklerini, öğrendiklerini anlattığı Seyahatname’siyle, Osmanlı’ya sahip olduğu coğrafyanın ruhunu öğretir. Evliya Çelebi dünyayı Osmanlının ayağına getirir. Osmanlı’nın uçsuz bucaksız topraklarında olan biteni, yaşayanları, yaşananları, ülkeleri, coğrafyaları, kültürleri, inançları, savaşları, efsaneleri, eğlenceleri, gördüğü hemen her şeyi anlatır.
İşte bu nedenle dünya tarihinde farklı kültürlerin kaynaşmasına en büyük katkıyı sağlayan insanlardan biridir.
Aslına bakarsanız, tüm dünyanın aradığı barışın anahtarı da ötekini doğru tanımaktan ve onu olduğu gibi kabul edebilmekten geçiyor. Ben Evliya Çelebi’yi asıl bu açıdan çok değerli buluyorum.
Evliya Çelebi benim gözümde, seyyahlığından daha önemli olarak bir kültür ve barış elçisidir. Herkesi olduğu gibi, olmak istediği gibi görür ve öyle anlatır. Bugün bile kendine benzemeyen herkesi düşman ve öteki görmeye meyilli dünyadaki hâkim anlayıştan yüzlerce yıl önce Osmanlı’ya, farklılıklarımızın bir sorun değil bir zenginlik olduğunu gösterir. Yargılamadan, sorgulamadan, insanların farklılıklarını doğal kabul edebilmeyi kolaylaştırır.
Bugün bile Türk kültüründe gurur duyarak taşıdığımız en önemli özelliklerimizin başında misafirperverliğimiz, hoşgörümüz ve merhamet duygularımız gelir. Ötekine büyük bir anlayış ve cömertlik göstermemizi sağlayan bu değerlerimiz, tarih boyunca baskın bir kültür olan üstün savaş gücümüz kadar, pek çok kültürü kendi topraklarında huzur, barış ve refah içerisinde yaşatabilmemize olanak veren; özgüveni yüksek; adaleti ve hakkaniyeti tüm ilişkilerinde merkeze alan dünya görüşümüzden de ileri gelir.
Bu tür bir anlayış, ancak ötekini doğru tanıyabildiğinizde ve onun farklılığını hoşgörüyle kabul edebildiğinizde oluşabilir. Evliya Çelebi’nin 17. yüzyılda Osmanlı hâkimiyetindeki topraklarda yaşayan halkları ve yaşam biçimlerini anlattığı eserinin dünya barışına ve kültürler arası diyaloğa katkısı işte bu yüzden paha biçilmezdir ve yine işte bu yüzden Evliya Çelebi Osmanlı’ya, Osmanlı da Evliya Çelebi’ye yakışır.